28 Mayıs 2010 Cuma

Yöremiz Mutfağı...


Ortada namı değer 'Kuymak',Kara Lahana Çorbası,Salut Turşusu,Yoğurt,Mısır Ekmeği ve Köy Ekmeği ile mükemmel bir trabzon sofrası...

Hamsili Pilav

27 Mayıs 2010 Perşembe

Sevgi Yetmez

Bana diyorsun ki
Nasıl bir martı yavrusunu severse
Bana diyorsun ki
Nasıl bir midye incisini gizlerse
Bana diyorsun ki
Nasıl bir arı peteğini örerse
İşte öyle büyüyorsun içimde

Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Sevgine saygın yoksa
Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Sorumluluğun yoksa
Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Arada eller varsa
Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Yarından ümit yoksa...

Bense diyorum ki
Bahçende güller baktıkça güzelleşir
Bense diyorum ki
Aşk engelleri aştıkça değerlenir

Bense diyorum ki
Güneş yağmurlar topraktan güllerin
Saygı sorumluluk sadakat sevginindir

İlhan İrem

Sevgi Yetmez

Bana diyorsun ki
Nasıl bir martı yavrusunu severse
Bana diyorsun ki
Nasıl bir midye incisini gizlerse
Bana diyorsun ki
Nasıl bir arı peteğini örerse
İşte öyle büyüyorsun içimde

Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Sevgine saygın yoksa
Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Sorumluluğun yoksa
Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Arada eller varsa
Sevgi yetmez Sevgi yetmez
Yarından ümit yoksa...

Bense diyorum ki
Bahçende güller baktıkça güzelleşir
Bense diyorum ki
Aşk engelleri aştıkça değerlenir

Bense diyorum ki
Güneş yağmurlar topraktan güllerin
Saygı sorumluluk sadakat sevginindir

İlhan İrem


Devrin haşmetli Sultanı Kanuni Sultan Süleyman?ın güzeller güzeli bir kızı dünyaya gelir.

Kız çocuğu bir baba için her zaman sevecen ve her zaman güzeldir.

İncedir, narindir ve naziktir.

Ve sevgililerden daha bir sevgilidir?

Zariftir?

İşte, koca Kanuni için de dünyaya yeni gelmiş olan bu kız çocuğu o derece sevgili idi. Gözler ela, yanaklar pembe pembeydi.

Kanuni Sultan Süleyman, yeni doğan çocuğuna ad olarak Mihrimah Sultan dedi?

Mihr, Farsça güneş, mâh ise ay anlamına geliyordu? Biri gündüzü, biri geceyi temsil ediyordu.

İkisi de ışık kaynağıydı. İkisi de nur...

Kanuni, kızına Mihrimah adını verirken ihtimal ki bir yanağını Güneş?e, diğer yanağını da Ay?a benzeterek vermişti.

Mihrimah Sultan, sarayda itina ile el üstünde tutularak büyüyordu büyümesine ama, kendini bir o kadar yalnız hissediyordu.

Diğer tüm kardeşleri erkekti?

Yalnızdı, yapayalnızdı?

Annesi Hürrem Sultan?ın saraydaki birbirinden farklı entrikaları, devletin üç kıtaya sığmayan işleri, babasının gözbebeği Mihrimah?ı biraz daha odasında yalnız kalmaya zorluyordu.

Gün geldi, devran döndü ve Mihrimah Sultan büyüdü, serpildi daha bir güzelleşti..

Derler ki, Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa Mihrimah Sultana talip oldu?

Kanuni?ye damat olan kişi koskoca Cihan İmparatorluğu?nun ikinci adamı oldu demektir.

Rüstem Paşa İstanbul?dan oldukça uzak, ama zeki bir adam?

Saraya gelirse pek çok kişinin yıllardır kurdukları bir takım hayaller suya düşecek, planlar bozulacaktır?

Bir dedikodudur çıktı saray koridorlarında?

Rüstem Paşa cüzzamlıdır dediler?

Cüzzamlı biri saraya giremez?

Cüzzamlı biri Kanuni?ye damat olamaz?

Peki işin aslı öyle midir?

Rüstem Paşa söylendiği gibi cüzamlı mıdır?

Hiç vakit kaybetmeden bir sağlık ekibi yollanır Diyarbakır?a?

Rüstem Paşa tepeden tırnağa taranır, incelenir?

Kolay değildir, Sultan kızına talip olmak?

Vardır elbet az da olsa sıkıntısı, meşakkati?

Haber İstanbul?a tez ulaşır.

Rüstem Paşa cüzzamlı değildir değil olmasına da, bir küçücük bit bulunmuştur çamaşırında.

Cüzzamlı olmayan Rüstem Paşa bitli çıkmıştır.

Paşa için vezirlik yolu açılmıştır artık; çünkü cüzamlıya bit gitmez!

Bu olay üzerine, Paşa?nın siyasi düşmanları tarafından yazılan/yazdırılan şu beyit pek hoş ve manidardır:

?Olacak ki bir kişinin bahtı kâvi tâlihi yâr,
Kehlesi dahi ânın mahallinde işe yarar!?
(Şansın varsa, bit?ten bile fayda görürsün!)

Rüstem Paşa Saraylıdır artık. Hem saraylıdır, hem de Kanuni ile Hürrem Sultan?a damattır?

Bir de Hürrem Sultan?ının tüm alavere dalaverelerine açıktır?

Kayınvalidesi Hürrem Sultanın inanılmaz desteğiyle önündeki tüm engelleri bir bir aşar ve Saraya Sadrazam olur?

Lakin bu arada Hürrem Sultanın tüm entrikalarına da oyuncak?

Sadrazam Rüstem Paşa tüm vaktini devlet işlerine ayırır?

Ayırır ayırmasına ama, zaten duygusal olarak yalnız olan güzeller güzeli eşi Mihrimah Sultan iyice yalnız kalır. Kendini hayır işlerine verir?

Bir gün çağırır Koca Mimar Sinan?ı?

Der ki, ?Muradım bir cami yaptırmaktır?!?

Koca Sinan, Mihrimah Sultan?ın gözlerindeki yalnızlığı görür, kalbindeki sızıyı duyar?

Üsküdar?a etek giymiş bir hanım görünümünde bir cami yapar. Adı da Mihrimah Sultan Camii?dir ?(Şimdilerde İskele Camii)?

Çok geçmez aradan, yeniden bir cami yapmasını ister Sultan Mihrimah, Mimarbaşı Sinan?dan?

Sinan, Mihrimah Sultan?ın yalnızlığını bildiğinden midir, yoksa Mihrimah Sultan yalnızlığını duyurmak istediğinden midir nedir bilinmez, gün ışığının hemen her köşede dans ettiği kadınsı edalı bu camiyi tek minareli yapar?(Edirnekapı Camii)?



Sinan bu?

Tüm maharetini koymuştur ortaya?

Kim bilir belki de içten içe uyduğu bir aşk vardır, yapayalnız olan bu güzeller güzeli, bir yanağı güneş, diğer yanağı ay olan Sultana?

Koca Sinan?ın, Mihrimah Sultan?a bir hediyesidir bu?

Ney mi?

Hemen anlatayım!


Üsküdar?daki Mihrimah Sultan Camii ile Edirnekapı?daki Mihrimah Sultan Camii?ni aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit ederseniz günbatımında (elbette, yılın sadece bir gününde) muhteşem bir manzara görürsünüz.

Edirnekapı Camii?nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar?daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır!

Bu günlerde olağan dışı bir şey olduğu zaman, derler ki;

?Buyur buradan yak!?

Evet, haydi, buyurun buradan yakın!

Bu ne muhteşem bir plan ve ne muhteşem bir ince hesaptır?

Koca Sinan, Mihrimah Sultan?a platonik bir aşk duymasaydı; acaba bu harika uyumu yaratabilir miydi?

Hele bir de Mihr ü mâh, Farsça güneş ve ay anlamına geliyorsa!

İşte aşk!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR....

Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. Şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık. Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. Ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini..Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. Ya o? Ya o?

Insanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. Işte yaşamak maceramız bu. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek!

Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin. Insanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel. Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. Bir ışığı var,bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz. Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa, yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki...
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Necip Fazıl Kısakürek (1905- 1983)




26 Mayıs 1905'te İstanbul'da doğdu. Çocukluğu, büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız Kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aski gibi isimler vardı. Necip Fazıl hocalarından en çok İbrahim Aski'nin etkisinde kalmıştır. Tasavvufla ilk tanışması da hocası İbrahim Aski'nin verdiği kitaplarla olmuştur.

Necip Fazıl Kısakürek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra, Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile gönderildiği Fransa'da, Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde ders verdi(1939-43). Sonraki yıllarında edebiyata yönelerek fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.

Necip Fazıl, annesinin arzusuyla şair olmak istedi (bunu düşündüğünde henüz 12 yaşındaydı) ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua, Anadolu, Varlık ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirmeyi başardı. Daha sonra Paris'e gitti ve dönüşünde yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitaplarıyla edebiyat dünyasında patlama yaptı. Necip Fazıl bu eserleriyle genç yaşta şöhreti yakalayarak, çağdaşı şairlerin önüne çıkmayı başardı. Edebiyat çevrelerinde hayranlık aynı zamanda heyecan uyandırdı. 1932'de Ben ve Ötesi adlı şiir kitabını çıkardığında henüz otuz yaşına basmamıştı.

Necip Fazıl için 1934 yılı hayatının dönüm noktası oldu. Çünkü hayat felsefesinin değişmesine neden olan ve Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile bu dönemde tanıştı. Ve bu kişiden bir daha kopmadı. Necip Fazıl'ın, üstün bir ahlak felsefesini savunduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar (Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak).

Necip Fazıl aralıklarla gidip uzun sürelerle kaldığı Ankara'ya üçüncü gidişinde, bazı bankaların da desteğini sağlayarak 14 Mart 1936'da haftalık Ağaç dergisini çıkarmıştır. Yazarları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Mustafa Sekip Tunç'un da bulunduğu Ağaç dergisi, yeni kapanan Yakup Kadri'nin Kadro dergisi yazarları Burhan Belge, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir ve İsmail Hüsrev gibi yazarların savunduğu ve dönemin etellektüellerini hayli etkilemiş bulunan materyalist ve marksizan düsüncelerine karşı spiritüalist ve idealist bir çizgi izlemiştir. Ankara'da altı sayı çıkan Ağaç dergisi daha sonra İstanbul'a nakledilmiş ancak fazla okur bulamadığından haftalık Ağaç dergisi 17'nci sayıda kapanmıştır.

Necip Fazıl, 1943 yılında dinsel ve siyasal kimliği ön plana çıkan Büyük Doğu adlı dergiyi çıkardı. 1978 yılına kadar aralıklarla haftalık, günlük ve aylık olarak çıkarılan Büyük Doğu'da iktidarlara cephe alan Kısakürek, yazı ve yayınları yüzünden mahkemelik oldu, hapse girdi ve dergi birçok kez kapatıldı. Sultan Abdülhamit taraftarı olan Necip Fazıl giderek İslamcı kesimin önderlerinden biri oldu. Ağaç dergisinde olduğu gibi, Büyük Doğu'nun ilk sayılarında da yazar kadrosu hayli kozmopolittir. Bedri Rahmi, Sait Faik gibi yazarların imzası dergi sayfalarında görülmektedir. Ancak, Büyük Doğu, dinsel bir kavga organı durumuna gelince bu yazarların bir kısmı ayrılmıştır. Necip Fazıl 1947 yılında Büyük Doğu toplatılınca Kasım-Aralık ayları arasında üç sayı devam eden Borazan adlı siyasal mizah dergisini çıkarmıştır. Sık sık kapatılan veya toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı dönemlerde günlük fıkra ve çesitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babialide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gibi gazetelerde yayımlayan Necip Fazıl, Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi takma isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde konferanslar verdi.

Necip Fazıl, Sabır Taşı adlı oyunuyla 1947 yılında C.H.P. Piyes Yarışması Birincilik Ödülü'nü almış, doğumunun 75. yıldönümünde Kültür Bakanlığı'nca "Büyük Kültür Armağanı" ödülünü (1980) ve Türk Edebiyatı Vakfı'nca "Türkçenin Yaşayan En Büyük Şairi" ünvanını almıştır.

Necip Fazıl Kısakürek yazılarını yazmaya devam ederken uzun süren bir hastalık dönemi geçirdi ve sonra 25 Mayıs 1983'te Erenköy'deki evinde öldü. Fatih'te düzenlenen cenaze merasiminden sonra Eyüp sırtlarındaki (Piyer Loti'deki) kabristana defnedildi.

25 Mayıs 2010 Salı

Yavuz Bülent Bakiler'in Kaleminden...




Şaşırdım Kaldım İşte

Sözde senden kaçıyorum
Dolu dizgin atlarla
Bazen sessiz sevdasın
İpekten kanatlarla

Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun
En serin imbatlarda
Adını yazıyorum
Bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla
Sözde senden kaçıyorum
Dolu dizgin atlarla

Ne olur bir gün beni
Kapından olsun dinle
Öldür bendeki beni
Sonra dirilt kendinle
Çarpsam kara sevdayı
En azından yüzbinle
Nasıl bağlandığımı
Anlarsın kemendinle

Kaç defa çıkıp gittim
Buralardan yeminle
Ama her defasında
Geri döndüm seninle
Hangi düğüm çözülür
Nazla, sitemle, kinle
Ne olur bir gün beni
Kapından olsun dinle

Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin
Bazen kız kardeşimsin
Bazen öp öz annemsin
Sultanımsın susunca
Konuşunca kölemsin
Eksilmeyen çilemsin
Orada ufuk çizgim
Burda yanım yöremsin
Beni ruh gibi saran
Sonsuzluk dairemsin

Çaresizim çaremsin
Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin
KTÜ'nün kuruluşunun 55. yıl dönümü



KTÜ'nün kuruluşunun 55. yıl dönümü dolayısıyla üniversitenin Prof. Dr. Osman Turan Kültür ve Kongre Merkezi'nde tören düzenlendi.


Devlet Bakanı Özak, törende yaptığı konuşmada, KTÜ'nün bir mezunu olmaktan gurur duyduğunu belirterek, ''Üniversite yıllarında kampüse zaman zaman kamyonlarla gelirdik. Bazı zamanlarda yürüyerek evlerimize giderdik. Barakalarda okuduk. Şimdi ise gelinen noktada çok büyük bir başarı var'' dedi.
KTÜ'nün Türkiye'nin hemen hemen her alanında başarılı olmuş öncü şahsiyetler yetiştirdiğini ifade eden Özak, şöyle konuştu: ''KTÜ, Trabzon'un, Karadeniz Bölgesi'nin ve ülkemizin daima gururu olmuştur. KTÜ'nün tarihi incelenmesi gereken bir başarı öyküsüdür. 55 yıldır bölgemizi ve ülkemizi bilimin ışığıyla aydınlatan, gelişime öncü olan KTÜ'nün kurulmasında ve bugüne gelmesinde emeği geçen herkesi şükranla anıyorum. Üniversitelerin önemi, yüklendikleri büyük misyon ve sorumluluk her fırsatta zikredilmeye değerdir. Üniversiteler ülkelerin en önemli iki sermayesini buluşturmaktadır. Bunlardan birincisi hiç kuşku yok ki yaşadığımız çağın en önemli sermayesi olan bilgidir. Diğer en önemli sermayemiz ise gençliğimizdir.''
Trabzon Valisi Recep Kızılcık da KTÜ'nün Trabzon ve bölge için çok önemli olduğunu belirterek, ''Hiçbir başarı ve gelişme tesadüfi değildir. KTÜ'nün başarısı da öyle. KTÜ, 55 yıldır Trabzon'da başta bilimsel hayat olmak üzere ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın gelişmesinde olmazsa olmazların arasındadır'' dedi.
KTÜ Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özen ise üniversitenin köklü geçmişi, oturmuş gelenekleri, eğitim deneyimi, altyapısı, mükemmel kampüsü, nitelikli eğitim ve araştırma kadrosuyla ekol olduğunu kaydetti.
Prof. Dr. Özen, KTÜ'nün kuruluşundan bu yana altyapı ve nitelikli personel gücüyle, bilimsel araştırma geliştirme faaliyetleriyle, Türkiye'nin ve bölgenin teknolojik gelişmesi ve kalkınmasına katkıda bulunduğunu belirterek, ''Vizyonumuz en iyilerin tercihi olan bir üniversite olmaktır. En iyilerin tercih ettiği, ulusal ve uluslararası saygınlığı olan, eğitim ve araştırmada öncü bir KTÜ vizyonunda bütün gücümüzle hep birlikte çalışmaya devam edeceğiz'' diye konuştu.



Karadeniz Teknik Üniversitesi'nin (KTÜ) 55. Yıl Kuruluş Yılı etkinlikleri, Nil Karaibrahimgil konseriyle başladı. Etkinliklerin ilk gününde sahne alan ünlü sanatçı, kendine özgü sahne hareketleriyle konsere katılan öğrencilere eğlenceli dakikalar yaşattı. Sevilen parçalarını seslendiren Nil Karaibrahimgil, Trabzon'da bulunmaktan dolayı mutlu olduğunu söyledi. Etkinliklerin ikinci gününde, Feluka ve Karmate Grubu sahne aldı.
EN ÖZEL ÖSS... (31.10.2005)

Üniversite sınavlarının en komik olayı Alanya'da yaşandı.. Koca okulda tek başına sınava giren bir genci 12 görevli bekledi. Büyük sınavın yapıldığı saatlerde ÖSYM'nin hataları yüzünden ilginç olaylar yaşandı. Günün en komik olayının yaşandığı yer Alanya'ydı. Toplam 550 öğrencinin eğitim gördüğü Şükrü Mülazımoğlu İlköğretim Okulu'na sadece bir adayın ismi yazılmıştı. Okula gittiğinde kimseyi göremeyen Gökhan Gök isimli genç, önce geç kaldığını sandı. Ancak kısa süre sonra gerçek anlaşıldı. Gök, koca okulda tek başına sınava girecekti. Gök için sınav boyunca 6 polis, 2 öğretmen, 2 gözetmen ve iki hizmetli görev yaptı. Türkiye'nin en özel ÖSS'sini yaşayan talihli genç için görevlilere, 280 milyon lira ödendi...
Türkiye Kupası ve Fenerbahçe (04.05.2006)

Şok şok şok!!! Fenerbahçenin bu senede Türkiye Kupasını alamaması yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi.. Acaba Fenerbahçenin Türkiye Kupasını aldığını görebilen insanlar hala yaşıyorlar mıydı? KHA olarak olayı derinlemesine araştırdık...

Sakızın Fiyatı

BU ÜLKEDE SAKIZ 1 MİLYON DOLAR:)

Zimbabve'de enflasyon oranı yüzde 231 milyonu bulunca devlet 200 milyon dolarlık banknot basma kararı aldı. İnsanlar bir kilo et için bir bavul para götürüyor. 100 milyon dolarlık banknotu da geçtiğimiz günlerde tedavüle sokan Zimbabve sadece bu yıl 28 yeni banknotu piyasaya vermiş olacak. Zimbabve'de merkez bankası Perşembe günü 100 milyon, 50 milyon ve 10 milyon dolarlık banknotları piyasaya sürmüştü. Ülkede 100 milyon dolarlık bir banknotun değeri 14 doları buluyor. Ülkede şirketlere haftada 100 milyon dolar, bireylere de 50 milyon dolar para çekme hakkı tanınıyor.
Necip Fazıl Kısakürek (1905- 1983)




26 Mayıs 1905'te İstanbul'da doğdu. Çocukluğu, büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız Kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aski gibi isimler vardı. Necip Fazıl hocalarından en çok İbrahim Aski'nin etkisinde kalmıştır. Tasavvufla ilk tanışması da hocası İbrahim Aski'nin verdiği kitaplarla olmuştur.

Necip Fazıl Kısakürek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra, Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile gönderildiği Fransa'da, Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde ders verdi(1939-43). Sonraki yıllarında edebiyata yönelerek fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.

Necip Fazıl, annesinin arzusuyla şair olmak istedi (bunu düşündüğünde henüz 12 yaşındaydı) ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua, Anadolu, Varlık ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirmeyi başardı. Daha sonra Paris'e gitti ve dönüşünde yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitaplarıyla edebiyat dünyasında patlama yaptı. Necip Fazıl bu eserleriyle genç yaşta şöhreti yakalayarak, çağdaşı şairlerin önüne çıkmayı başardı. Edebiyat çevrelerinde hayranlık aynı zamanda heyecan uyandırdı. 1932'de Ben ve Ötesi adlı şiir kitabını çıkardığında henüz otuz yaşına basmamıştı.

Necip Fazıl için 1934 yılı hayatının dönüm noktası oldu. Çünkü hayat felsefesinin değişmesine neden olan ve Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile bu dönemde tanıştı. Ve bu kişiden bir daha kopmadı. Necip Fazıl'ın, üstün bir ahlak felsefesini savunduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar (Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak).

Necip Fazıl aralıklarla gidip uzun sürelerle kaldığı Ankara'ya üçüncü gidişinde, bazı bankaların da desteğini sağlayarak 14 Mart 1936'da haftalık Ağaç dergisini çıkarmıştır. Yazarları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Mustafa Sekip Tunç'un da bulunduğu Ağaç dergisi, yeni kapanan Yakup Kadri'nin Kadro dergisi yazarları Burhan Belge, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir ve İsmail Hüsrev gibi yazarların savunduğu ve dönemin etellektüellerini hayli etkilemiş bulunan materyalist ve marksizan düsüncelerine karşı spiritüalist ve idealist bir çizgi izlemiştir. Ankara'da altı sayı çıkan Ağaç dergisi daha sonra İstanbul'a nakledilmiş ancak fazla okur bulamadığından haftalık Ağaç dergisi 17'nci sayıda kapanmıştır.

Necip Fazıl, 1943 yılında dinsel ve siyasal kimliği ön plana çıkan Büyük Doğu adlı dergiyi çıkardı. 1978 yılına kadar aralıklarla haftalık, günlük ve aylık olarak çıkarılan Büyük Doğu'da iktidarlara cephe alan Kısakürek, yazı ve yayınları yüzünden mahkemelik oldu, hapse girdi ve dergi birçok kez kapatıldı. Sultan Abdülhamit taraftarı olan Necip Fazıl giderek İslamcı kesimin önderlerinden biri oldu. Ağaç dergisinde olduğu gibi, Büyük Doğu'nun ilk sayılarında da yazar kadrosu hayli kozmopolittir. Bedri Rahmi, Sait Faik gibi yazarların imzası dergi sayfalarında görülmektedir. Ancak, Büyük Doğu, dinsel bir kavga organı durumuna gelince bu yazarların bir kısmı ayrılmıştır. Necip Fazıl 1947 yılında Büyük Doğu toplatılınca Kasım-Aralık ayları arasında üç sayı devam eden Borazan adlı siyasal mizah dergisini çıkarmıştır. Sık sık kapatılan veya toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı dönemlerde günlük fıkra ve çesitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babialide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gibi gazetelerde yayımlayan Necip Fazıl, Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi takma isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde konferanslar verdi.

Necip Fazıl, Sabır Taşı adlı oyunuyla 1947 yılında C.H.P. Piyes Yarışması Birincilik Ödülü'nü almış, doğumunun 75. yıldönümünde Kültür Bakanlığı'nca "Büyük Kültür Armağanı" ödülünü (1980) ve Türk Edebiyatı Vakfı'nca "Türkçenin Yaşayan En Büyük Şairi" ünvanını almıştır.

Necip Fazıl Kısakürek yazılarını yazmaya devam ederken uzun süren bir hastalık dönemi geçirdi ve sonra 25 Mayıs 1983'te Erenköy'deki evinde öldü. Fatih'te düzenlenen cenaze merasiminden sonra Eyüp sırtlarındaki (Piyer Loti'deki) kabristana defnedildi.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..

ATTİLA İLHAN
ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum

ORHAN VELİ KANIK
BU YAĞMUR

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.

Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.

Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden...

NECİP FAZIL KISAKÜREK
Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.


Mehmet Akif Ersoy
Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
bunu da öğren,

SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN...



Can Yücel

21 Mayıs 2010 Cuma

Mona Roza Şiiri'nin Hikayesi


Belki de mahşeri kalabalığa okunan bu şiirin hangi hislerle yazıldığını tahmin bile edemezsiniz? Bilinen gerçekleri arda, arda sıralamak sizleri aydınlatabilir. Dilenirse şairimiz hakkında kısaca bilgi vererek konuya girmek istiyorum.
Şöyle ki; şiirimizin yazarı Sezai Karakoç ilk, ortaokulu ve liseyi Diyarbakır, Gaziantep, K.Maraş’ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal bilimler fakültesini kazanır. Ve gider, gider ama başına geleceklerden veya başına getireceği olaylardan habersizdir.
Neden sonra başlar okula dersler devam ederken şairimim gönlünü kaptırır bir muhacir kızına ve işte bütün mesele başlar, başlar ki ne başlar. Sonu olmayan bir başlangıçtır. Kısa bir süreden sonra dayanamaz ve kendini o kıza açmaya karar verir. Uzun bir tasavvurdan sonra İstediği gibi yapar ve gönlünde biriktirdiği aşkı artık kaldıramaz olmuştur.teklifine ret cevabı alma riski yüksek olduğu halde bırakır kendini uçsuz bir ummana.istediği cevabı alamamıştır,bu samimi Anadolu çocuğu kırılmıştır işte o an. Lakin bu kırgınlık uzun sürmez (çünkü uzunu daha başlamamıştır.) azimle tekrar deneyecektir.lakin istediği gibi hiç olmayacaktır.Ve bu hep böyle sürer gider. Ta ki gelir ,gelir ve bir yerde tıkanır işte bu tıkandığı yer 4. sınıf olur.ama o samimi delikanlı hiç pes etmemiştir.tam dört yıl hep istemiştir onu ,kendinden. Ama istediği hiç olmamıştır.belkide bir gün olacaktır.! Artık okul bitmek üzeredir.tam dört yıl geçmiştir .Geçmiştir ,ya delmişte geçmiştir kimi sineleri.
Mezuniyet merasimi düzenlenmektedir Ankara üniversitesinde öğrenciler 4 yılın yorgunluğunu ,bitirmenin sevinciyle bu merasimde birleştirecektir.lakin birleştiremeyenlerde vardır o mahşeri kalabalıkta onlar gerçekle yapışmış yüreklerini koyacaklardır ortaya. İşte burada Sezai Karakoç onların hepsine tercüman olacaktır o mükemmel ve emsalsiz sevgisiyle .
Bu program da Sezai Karakoç yazdığı şiiriyle yerini almıştır.ve de işte o beklenen an gelir çatar. O yılların gerçekleri bir şamar gibi patlar ortada ve sesi yankılanır Ankara sokaklarında.
Sezai Karakoç anons edilir. Yazdığı şiiri okumak üzere. Ankara siyasalın önü ana baba günü gibidir herkes ordadır bütün hocalar öğrenciler ve hatta misafirler lebalep dolup taşmıştır.merasim alanı.Sezai Karakoç şöyle bir kalabalığa bakar o buğulu gözlerle ,gönlünde yer alamadığı insanı aramaktadır mahşeri kalabalık içinde ve şiirini okumaya başlar.

Mona roza siyah güler ak güller
Geyve’nin gülleri beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak
Mona roza siyah güller ak güller …

Şiir bitene kadar kalabalıktan hiç ses gelmez olur, ta ki son kıtayı okuyana dek ve kalabalıkta müthiş bir uğultu patlar. Herkes bir birine bir şeyler sormaktadır ama sadece bilinen bir gerçek var ki herkes bu şiirden çok etkilenmiştir hele biri var ki gönlünde fırtınalar kopmuştur tam dört yıl sonra geçte olsa anlamıştır ve işte o uğultunun arasından bir kız öğrenci sıyrılır kürsüye yaklaşır dört yılı harabeden ve sonrasını da edecek olan kişidir O,O MUAZZEZ AKKAYA’ dır.Ağlayarak ve yalvarmalı bir sesiyle ben seni kabul ediyorum der.
Ama çok geçtir artık çünkü bu samimi genciz bu ağır aşka dayanacak takati kalmamıştır kürsüye dönerek -şimdi de ben kabul etmiyorum der ne derece yürekten gelerek söylediği tartışılır ama beklide bir intikamdır ,beklide ilk defa gururu aşkının önüne geçmiştir delikanlının Ve bir daha Muazzez Akaya’yı hiç kimse görmemiştir çünkü o ret cevabının ardında intihar etmiştir. Doğruyu geç bulup erken kaybetmek buna denir galiba.
Şimdi Sezai karakoç 65-70 yaşlarında ve hiç evlenmemiş hiç gönlüdeki o muazzam yere dokunmamıştır.size şimdi bir sır veriyorum Mona Rosa şiirinin kıtalarının ilk harfleri onun ismini veriyor.
(Bence bir aşk bukadar yaşanır ve halen daha AŞK da gurur olmaz diyenlere çok güzel
bir cevaptır gurusuz hiçbir aşk olmaz olmamalıda Sezai karakoç un bu olaydan sonra hiç evlenmemeside ilginçtir aşk ın bir kereye mahsus yaşanan bir duygu olduğunun göstergesidir
bencede insan yüzlerce kez hoşlanabilir hayatında birkaç kez sevdiğini sanabilir ama aşk birkez yaşanır bir kez yaşanırsa böyle ebedi bir aşk olur
düşününce şöyle bir sevdiği kadının intihar edeceğini bilseydi sezai karakoç onu kabul ederdi sanırım belki samimyetine inanmadı belkide 4yıllık bekleyiş onu içinde öldürdü farklı düşünler aşağıda yorum yazabilirler untmadan muzzez akkaya şiirdede geçer Geyve’nin gülleri diye geyve ye döner(sakaryanın ilçesi)orta intihar eder şaiir nede güzel demiş benim aşkım uymaz öyle her saza)..




Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller

KELAM-I KİBAR

-Gündüz kandili hazırlamayanın gece karanlığa razı olması gibi, bugünden geleceğe hazırlanmayanlar sıkıntılara düşmekten kurtulamazlar. (Cenap Şehabettin)
-Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol. (Mevlana)
-Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder.(Gazali)
-Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe değerdi.(İmam-ı Azam)
-Bilim, servetten üstündür. Çünkü serveti sen korursun, halbuki bilim seni korur.(Hazreti Ali)
-İnsana aradığı şeye bakarak değer biçilir.(Mevlana)
- Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur. (Necip Fazıl Kısakürek)
-Tembellik iki çocuklu bir anadır. Kızının adı açlık oğlunun adı hırsızlıktır. (Victor Hugo)
-Gören insan mıdır ondan kalacak şey eseri
Bir eşek göçtü mü ondan da nihayet semeri (M. Akif Ersoy)

20 Mayıs 2010 Perşembe

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Necip Fazıl Kısakürek-Sakarya Türküsü

SAKARYA TÜRKÜSÜ




İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.



Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.



Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:

Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.



Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!



Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:



Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?



Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.

Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.



Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?

Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..



Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!

Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?



İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,



Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!



Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!



Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?



Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?



Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!



Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.



Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!



İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.



Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?



Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!



Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!



Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!



Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!



Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!



Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

18 Mayıs 2010 Salı

Sunay Akın'dan Güzel Bir Şiir...

            
BECERİKSİZ

Kabuğunu koparmadan
Ne bir elmayı soyabildim
Ne de iyileştirebildim bir yaramı
Ama karşıma çıkınca
Kızmadım hiç elma kurduna
Bendim çünkü bıçağı saplayan
Onun yurduna


Şair diyorlar benim için
Bilmiyorum oysa
Her şiire konmalı mı uyak
Her yere nedense
Konamıyor tayyare
Hay dilimi
Arı türkçe soksun; uçak



Kaptan olmak isterdim ...
Aynanın karşısında
Eski bir sinema yıldızı
Gibi ağlayan
İstanbul hatlarında
Bir fırça hafifliğiyle gidip
Gelen vapurlara



Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma
Ve Kız Kulesi'ni göstererek
Bırak artık diyor üzülmeyi
Yedi tepeli bu şehirde
Şiir okunacak tek yer
Elbette denizin ortasındaki
Şu küçük buz dağı



Terzi olsa da babam
Sökük dikmesini beceremem
Beni yalnızca sen anlarsın
İğnenin deliğinden geçsin
Diye ipliklerin
Bir anlık ıslatıldığı dudaklara
Takılıp kalan annem

Bir Sanatçıdan Daha Fazlası ''Erkan Ocaklı''...

                                                                          
  Erkan Ocaklı 1949 Trabzon Maçka doğumludur.1970 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nden mezun olmuştur. Müzik hayatına bağlama çalarak başlayan  Erkan Ocaklı Unkapanı'nda harika plak tarafından keşfedilmiş ve geleneksel Karadeniz müziğini saza yorumlamanın ötesinde özgün besteleriyle kendi tarzını yaratmıştır. 1970'li yıllarda gurbete çıkan Karadenizlilerin sesi ve sembolü olmayı başarmış ülke çapında büyük popülarite kazanmıştır. Toplam 40 tane albüm, 350 tane beste üreten sanatçı 1980li yıllarda Arabesk ve taverna müziğin yükselişe geçmesiyle yöresel çizgisini değiştirmitir. Erkan Ocaklı'nın ilk evliliğinden Büşra Ocaklı adında bir kızı ve Acarkan Ocaklı adında bir oğlu olan Erkan Ocaklı ikinci hanımı Nebahat Ocaklı ile 2001 yılında evlenmiştir. 2007 yılında pankreas kanseri teşhisi konulup ameliyat olan sanatçı adına hayranları 2 Aralık 2007'de Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda bir vefa gecesi düzenlemiştir.



   Erkan Ocaklı, pankreas kanseri tedavisi gördüğü Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 16 Kasım 2008 pazar günü hayatını kaybetti.  Erkan Ocaklı'nın cenazesi 17 Kasım pazartesi günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi

Kuzeyin Oğlu

  
   1967 yılında Trabzon’un Maçka ilçesinde doğdu. İlk orta ve Lise Eğitimini Maçka ‘da tamamladıktan sonra, 1983-1984 yılları arasında İstanbul Teknik Ünüversitesi Türk Müsikisi Devlet Konservatuarına girdi. 1987 yılında Suların Horon Yeri albümüyle yörede yaptığı derlemeleri sergiledi. 1988 yılında Konservatuarı bitirip aynı yıl İstanbul Teknik Ünüversitesinde Sosyal Bilimler Master Eğitimine başladı. Karadeniz Müziğini Evrensel Müzik formlarıyla buluşturarak, özgün bir yapıda yeniden şekillendiren Volkan Konak, İlk albümü Efulim’i 1991-1992 yılında yaptı. Albüm başta Karadeniz halkının ve müzikseverlerin beğenizini ve ilgisini kazandı daha sonra 1994 yılının Ekim ayında Gelirmisin Benimle adlı albümünü hazırladı.ve askerlik görevi nedeniyle bir süre çalışmalarına ara verdi.



    Askerlik görevini tamamladıktan sonra hemen üçüncü albümü Volkanik Parçalar’ın çalışmasına başladı. Üç aylık çalışmadan sonrada bu albüm Müzikseverlerin beğenisine sunuldu. Volkan konak 1998 yılının Nisan ayında kendisi tarafından kurduğu Kuzey Müzik Prodüksiyon isimli firmasından Pedaliza isimli Albümünü Müzikseverlerin beğenisine sundu. 1993 yılından bu yana Albüm çalışmalarında yaklaşık elli adet bestesini sergilemiş ve bu çalışmalar sonunda Gazeteciler Cemiyeti, çeşitli vakıf ve dernekler tarafından yılın sanatçısı seçildi.



   2000 yılında DMC bünyesine katılan Volkan Konak Şimal Rüzgarı adlı albümünü çıkararak dinleyicilerine ulaştırdı. 2003 yılı Aralık ayında 3.5 yıl aradan sonra yine DMC etiketiyle yayınlanan Maranda isimli albümü ise büyük beğeni toplayarak 2004 e müzik dünyasının iddialı yapımlarından biri olarak girdi ve en çok satan albümler sıralamasında Elmas Plak ödülünü kazandı. 2006 yılında yine Mora adlı albümü Altın Plak ödülüne Layık görüldü. 2009 yılında çıkardığı Mimoza Çiçeğim adlı albümü ise şimdiden ödül alacak rakamlara ulaşmış durumda.



Yüzlerce ödüllerinden bazıları şunlardır:

2003 Kral Tv en iyi Halk Müziği Sanatçısı Ödülü

2004 Magazin Gazetecileri en iyi Sanatçı Ödülü

2004 Maranda Albümü En Çok Satış Yapan Albüm Ödülü

2007 Mora Albümüyle Altın Plak Ödülü

2009 Hürriyet Altın Kelebek En İyi Halk Müziği Erkek Solist Ödülü

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Sevda Lehçesinden ...

Hayalistanımın karanlık sokaklarında gizlenen ey!

Dünyanın üzerine çıkıp haykırmak istiyorum yenilmişliğimi. İnsanları kaybolmuş kentimde bütün bir gün gizli şeyler düşünüp, bütün bir gece gizli şeyler yazdığım masamdan kalkmak, tefekkür koltuğuma oturup alnımı soğuk cama yaslamak ve çeyrek asırlık hayatıma benzettiğim fırtınalı yaşamı seyretmek istiyorum bir müddet…
Zindandayım… Aşktan tutukladılar içimdeki şairi… Son çektirdiğim fotoğraf sabıka kaydımda şimdi… Bu dava ben çocukken başladı. Uçurtmalar ne kadar güzelse, o kadar harabeydi çocukluğum… Akranlarımın güle oynaya geçirdiği çocukluk dönemlerinde içime düşürdüğüm bu sevdanın ürkekliğini attımsa da üstümden, ezberimde hâlâ aynı bardaktan su içip, aynı yağmurda ayrıldığımız gün var… Yağmur altında gidişinin ardından bana kalan, çamurdaki ayak izlerindi ki onlar da güneş çıkınca kayboldu zaten…
Ardından önce şiire soyundum, sonra yarım bırakıp gittim; önce bana masal yaşatıp sonra bırakıp gittiğin gibi… Issız kıyılarda intihar sözcükleri dolandı dilime, kalemi alınca elime… Sesimi yaktım, dilimi yaktım, kelimeleri yaktım, kalemi yaktım, taş baskısı kitabın sayfalarını yaktım, kendimi yaktım, gölgemi yaktım, senin gölgeni yaktım, ayak izini yaktım, dudak izini yaktım… Sokaklarında kaybolduğum adresin kâğıdını önce gül bahçelerine attım ve nihayet gülleri de yaktım…
Sana siz dediğim günleri özlüyorum şimdi ey çocuk! Bana siz dediğin… Kırık camlardan ayın aktığı geceleri, güneşle beraber güneşlerimin de gurub ettiği akşamları, tan yerine ve tam yerine doğan ümitlerimin gölgesini… Her birini o kadar özlüyorum ki… Hele bozuk bir saate, her saat bakıp aldanmamı… Sana yaklaştıkça uzak olduğumu sanıp yanmamı…
Çocuktum seni tanıdığım vakit… Zamanın rengi ne olursa olsun sen vardın. Sen olmazsan olmazdın, sen olmazsa olmazdın! Sen namazımdaki fatiha, duamdaki "âmin"din…
Ey içimdeki çocuk!

Ey aynamın ardındaki resim, resmin önündeki siluet! Ey sen, ey ben, ey benden de ben olan! Zindandayım şimdi… Sen içimin sokaklarında özgür dolaşırken, ben dünyanın sokaklarında zindandayım… Gel kurtar beni, içimdeki şehirden çık, boğulduğum şehre gel!
Sin gibi keskin, nûn gibi suskun gel! Sin'e üstün ol, nûn'a cezm ol gel! Elif gibi yalnızım ben, he gibi ağlarım, mim gibi baş eğerim… Yeter ki gel sen! Çeyrek asrı devirdiğim gün, çeyrek asrın beni devirdiği gün olmasın yeter ki…
Biliyorum… Beni kurtaracak olan sensin… Çünkü sen biraz da bensin…

14 Mayıs 2010 Cuma

Trabzon'dan HES Tepkisi


HES projelerine Trabzon'dan tepki;

Derelerin Kardeşliği Platformu Başkanı Remzi Kazmaz, HES Projelerini denetlemeyen ve mahkemenin iptal kararlarına rağmen projelerini hayata geçirmeye devam eden yetkilileri sert bir dille uyararak, “Ayağınızı denk alın. Bizim satılık deremiz yok. Derelerin özgür akması için hukuk mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.

Derelerin Kardeşliği Platformu’nun Trabzon, Giresun, Rize ve Artvin temsilcileri, Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nde bir basın toplantısı düzenledi. Derelerin Kardeşliği Platformu Derneği Başkanı Remzi Kazmaz, HES Projesi yapma lisansı verilen şirketlerin arkasındaki kişilerin araştırılması gerektiğini belirterek “Bizim peşkeş çekilecek derelerimiz yok. Hukuka inanıyoruz, hukukun üstünlüğüne güveniyoruz. Nasıl Askoroz deresinde yürütmeyi durdurma kararını nasıl aldıysak, başbakanın çocukluğunda yüzdüğü dere olan Dumankaya köyünde turistik Kataraht Gölü'nün bulunduğu dere üzerindeki HES projesinin iptali için de dava açacağız ve kazanacağız. Ucuz şirketlere lisans dağıtan hükümete rağmen adalet buna sessiz kalmadı. Bu lisanslar hangi şirketlere, neden veriliyor? Bu lisanlarla beraber dereler kurutulurken vicdanınız sızlamıyor mu? Bir dava daha açacağız, bir dereyi daha kurtaracağız. Bu dereler tüm canlıların yaşaması için gerekli” diye konuştu.

 
Bugüne kadar bir çok HES Projesi’nin iptali için dava açtıklarını da söyleyen Kazmaz, “Bunların önemli bir çoğunluğunu da kazandık. Bizim satılık derelerimiz yok. Derelerimizin özgür akması için hukuk mücadelemizi vereceğiz. Yetkililere son bir söz, ‘Ayağını denk alın.’ Hukuk tanımaz şirketlerinizi ve can suyunu denetleyin. Bir vadi üzerine 17 tane HES kurulmaz” dedi.

Daha sonra her ilin temsilcileri kendi illerindeki HES projeleriyle ilgili olarak açıklama yaptı.
Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan ise Başbakan Erdoğan döneminde HES Projeleri’nin bölgenin baş belası haline geldiğini belirterek, “Bölge halkı olarak Fındıklı, Çayeli Senoz ve İkizdere’de başlatarak Salarha ve Güneysu’da Artvin’de sürdürdüğümüz demokratik ve hukuksal mücadelelerde bu güne kadar önemli sonuçlar elde ettik. Mahkeme süreçlerinde almış olduğumuz, ‘yürütmeyi durdurma ve iptal’ kararlarına karşın, özellikle Senoz Vadisi ile İkizdere’de, bu yargı kararlarına uyulmamış, ilgili ve yetkili kurum ve kuruluşlarca bu yargı kararları uygulanmamış - uygulatılmamış ve HES yapımcı firmaları çalışmalarını sürdürmüştür. Ama bu duyarsızlıklar karşısında Güneysulu yurttaşlarımız Başbakan Erdoğan’ın küçüklüğünde yüzdüğü özellikle de Katanahte Gölü ve şelalesi ile Başbakan’ın derelerinin kurutulmasına ve satılmasına izin vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Ömer Şan, ellerindeki verilere göre, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, işletmede bulunan, inşa ve proje aşamasında olan ve de yapılması planlanan HES sayısı 700’ü bulduğunu belirterek, “Bunlardan 169’u Trabzon’da, 90’ı Rize’de, 138’i Artvin’de, 82’si Giresun’da olmak üzere diğer HES projeleri ise Erzurum’un Doğu Karadeniz’e yakın İspir ve Tortum gibi ilçeleri ile Gümüşhane, Bayburt, Ordu, Samsun, Amasya, Tokat, Sinop ve Çorum’da bulunmaktadır. DSİ verilerine göre, inşa halindeki 138 HES’ten 41’i Trabzon’da, 25’i Artvin’de 23’ü Rize’de, 12’si ise Giresun’da bulunuyor” diye konuştu.

Trabzon Türkülerinden Bir Demet

  • Ağasar Dereleri Aksa Yukari
  • Askaros Deresinun Yan Tarafi
  • Asker Ettiler Beni
  • Ayna Ayana Ellere
  • Ben Seni Sevduğumi
  • Çayelinden Oyani
  • Çekun Uşaklar(Gemiciler)
  • Duman Aldi Dağlara
  • Erzurum'dan Aş da Gel
  • Gemiler Giresuna
  • Kemencemin Telleri
  • Mayıs Ayı Gelende
  • Oy Benum Sevdiceğum
  • Oy Trabzon Tarbzon
  • Şapkamın Tereği Düz
  • Uçan Kuş Tutulur Mi
  • Yaylanın Çimenine
   Ve daha niceleri.Karadeniz yöresinin dertli,kederli,sevdalı ama genelde neşeli ve şakacı insanları olan Tarbzonlular daha bir çok türküler yakmıştır.
   Sevmiş türkü yakmıştır,sevdiğini başkası almıştır türkü yakmış,sevdiği ölmüştür türkü yakmıştır,sevdiğine kavuşmuştur türkü yakmış bu güzel beldenin insanları.Yeri gelmiş duygularını içine atıp susmuşturiyeri gelmiş duygularını kelimelere döküp türküler yazmıştır.Günümüzde hala popülaritesini korur bu türküler.İç Anadolu'sundan Ege'sine.Akdeniz'inden Marmara'sınagüzel yurdun dört bir yanındaki insanların dillerine nağme olmuştur,belliki onlarında duyguarına tercüman olmuştur...
   Bunların içinde en çok söylenenlerden birisi 'Ben Seni Sevduğumi' isimli türküdür.Yıllar sonra karşılaşan iki eski yavuklunun birbirlerine söyledikleri bu türkünün sözleri şöledir;
  
Ben Seni Sevduğumi
Ben seni sevduğumi
Dünyalara bildirdum
İndurdun kaşlaruni
Babani mi öldürdum

İn dereye dereye
Al dereden Taşlari
Geçti bizden sevdaluk
Al cebumden saçlari

Kız evunun önine
Sereceğum kilimi
Oldi hayli zamanlar
Görmedum sevduğumi
Yaz geldi,bahar geldi
Açti yeşil yapraklar
Ben sana doyamadum
Doysun kara topraklar.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Tarihi Hapsyaş Köprüsü

Mimari özelliği ile Doğu Karadenizde bulunan kemer köprüler içinde farklı bir köprüdür. En önemli farklılıklar arasında kayalar üzerine oturtulmuş olan taş ayakları, ahşap gövdesinin olması, bölgeye has kiremitli çatısı özgünlüğünü sağlıyor. Eskiden inşa edilen yapılar daha çok ahşap özelliğe sahipti. Kentin en gözde eserlerinden biri olan Hapsiyaş Köprüsü de bu şekilde yapılıştır.
Trabzon-Of Dernekpazarı-Çakara güzergahı üzerinde, 1935 yılında ahşap kütükler kullanılarak yapı inşa edilmiştir. Tasarımı geometrik biçimli olup geniş dere yatağını başarıyla kaplamış. 2002 yılında restore edilerek bakımı gerçekleşmiş daha kullanışlı göze hitap eden bir köprü oluşturulmuştur. Bu tarihten(1996 yılında) önce köprü, anıtsal eser statitüsü kazanmış.
Uzun göl güzergahı üzerinde yer alan tarihi Hapsiyaş Köprüsü, çatısının kıırmızı renkte olması Kiremitli köprü olarak anılmasını da sağlamıştır. Bölgedeki acentaların müşterilerini getirerek mola veridikleri yerlerden biridir burası. Yolunuz düştüğünde birkaç poz vermeyi düşünebilirsiniz bence. 

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Tabakhane'de kamulaştırmalar tüm hızıyla devam ediyor


"Tabakhane Kentsel Dönüşüm Projesi" kapsamında 692 hak sahibiyle anlaşmaya varıldı.

 
Trabzon Belediyesi ile TOKİ'nin ortaklaşa yaptıkları "Tabakhane Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi'nde" kamulaştırmalar tüm hızıyla devam ediyor.

 
683 binanın yıkılacağı Tabakhane Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında şimdiye kadar 692 hak sahibiyle anlaşma sağlandı. 265 hak sahibiyle TOKİ'nin Bahçecik'te yapımına başladığı konutlardan almaları karşılığı anlaşma sağlanırken 427 hak sahibi kamulaştırma ücreti almayı tercih etti. . Kamulaştırma ücreti olarak ilk etapta 174 hak sahibine 6 milyon 65 bin TL ödeme yapılırken anlaşma sağlanan 253 hak sahibine de önümüzdeki günlerde 6 milyon 400 bin TL ödeme yapılacak.


"Tabakhane Kentsel Dönüşüm Projesi" kapsamında kamulaştırmaların tüm hızıyla devam ettiğini belirten Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, " TOKİ ile ortaklaşa yaptığımız proje kapsamında 683 binanın yıkımını gerçekleştireceğiz. Şimdiye kadar 265 vatandaşımızla TOKİ'nin Bahçecik'te yapımına başladığı konutlardan almaları karşılığında anlaşmaya vardık. 427 mülk sahibiyle de kamulaştırma ücreti karşılığı anlaşma sağladık. Kamulaştırma ücreti olarak ilk etapta 174 hak sahibine 6 milyon 65 bin TL ödeme yaptık. Anlaşma sağlanan 253 hak sahibine de önümüzdeki günlerde 6 milyon 400 bin TL ödeme yapacağız" diye konuştu.

Şampiyon Basketbolculara Muhteşem Karşılama

Yozgat ve İstanbul'da yapılan Final-Four karşılaşmalarında şampiyon olarak Beko Basketbol Ligi'ne çıkan Trabzonspor basketbol takımı Trabzon'a gelişlerinde muhteşem bir törenle karışlandı.
Atatürk Alanı'nda düzenlene karşılama törenine katılan binlerce Trabzonspor taraftarı basketbol takım ve  yöneticilerini bağrına bastı.
    Kutlama törenlerine katılarak sevince ortak olan Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, ikinci kupa sevincini tüm Trabzonlulara ve Trabzonsporlulara yaşatmalarından dolayı oyuncu, yönetici ve taraftarlara teşekkür ederek, "Trabzonspor'un futbolda olduğu gibi basketbolda da Türkiye'nin en büyük kulüplerinden biri olacağına inanıyorum. Bu başarı basta vefakar taraftarın ve Trabzonlunun eseri. Bu sevinci bizlere yaşatan başta basketbolcularımıza, Genel Koordinatör Doğan Hakyemez'e, Baş Antrenör Alaatin Yakan'a hocamıza, Basketbol Şübe Başkanı Saner Ayar'a, Park Medical Hastanesi sahibi Operatör Dr. Muharrem Usta'ya ve Trabzonspor Başkanı Sadri Şener'e teşekkür ediyorum. Sonuç olarak diyorum ki "Bize Her Yer Trabzon" şeklinde konuştu.

11 Mayıs 2010 Salı

Yaş Çay Sezonu Başladı

ÇAYKUR Genel Müdürü Ekrem Yüce, bölgedeki tüm fabrikaların 1 Mayıs tarihi itibarıyla yaş çay işlenecek pozisyonda olduklarını bildirdi.


Sürmene Çay Fabrikasını ziyaret ederek, incelemelerde bulunan Yüce, kurumlarına ait 47 çay fabrikasında 2010 yılı yaş çay kampanyası hazırlıklarına aylar öncesinden başladıklarını belirterek, bu kapsamda yenileme, bakım, onarım ve deneme çalışmalarını tamamladıklarını söyledi.



Sürmene Çay Fabrikası ile bölgedeki tüm fabrikaların 1 Mayıs tarihi itibariyle yaş çay işlenecek pozisyonda olduklarını ifade eden Yüce, kampanyanın hayırlı ve iyi bir şekilde geçmesi temennisinde bulundu.



Son haftalarda bölgede hava şartlarının hafif yağışlı, nemli ve ılıman geçtiğine dikkati çeken Yüce, ''Gübrenin bitkiyle kaynaşması açısından bu yağışlar yararlıdır. Ancak aşırı soğukların oluşması da ürünün olgunlaşmasını yavaşlatmaktadır. Ama artık soğuk hava şartları geride kalmaktadır. Yavaş yavaş yaz havasının kendini göstermesiyle başta sahil kesimlerimiz olmak üzere olgunlaşan ve toplanma kıvamına gelen yaş çayları satın almaya bütün fabrikalarımızda hazırız'' dedi.



Yüce, geçmiş yıllara oranla bu yıl çok daha kaliteli yaş çay olacağına inandıklarını ifade ederek. ''Çünkü üreticilerimiz gübreleme ve budama konularında artık kariyer sahibi oldular. Ürününü taze taze satıp, alacağını erken elde etmek istemektedir. 1 milyon insanımızın geçimi ve 200 bin müstahsilin kazanç kapısı olan 2010 yılı yaş çay kampanyamızın ülkemize, bölgemize, üreticilerimize, çalışanlarımıza ve tüketicilerimize hayırlı olmasını diliyorum'' diye konuştu.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Trabzonlu Şair,Yazar,Tiyatro Oyuncusu;Sunay AKIN...

12 Eylül 1962 tarihinde Trabzonun Maçka ilçesinde doğdu. (Bu yüzden 18 yaşından beri doğum gününü kutlamamaktadır.) Ailesi, onun daha iyi eğitim görebilmesi için, 10 yaşındayken İstanbul'a taşındı. Lise öğrenimini İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Fizik Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu.




İlk şiirini, Meteoroloji Müdürlüğü'nde çalışan bir memurun kızına yazar. Henüz 9 yaşındadır. Kızın isminin baş harflerinin dizelerini oluşturduğu şiiri, evlerinin terasında bulunan odunluk kapısının iç kısmına yazar. Kız, balkona geldiğinde odunluğun kapısını açar mahsusçuktan!.. Ama şiir kızın gözüne hiçbir zaman takılmaz. Sunay Akın yıllar sonra (ki bir şairdir artık) çocukluğunun geçtiği Trabzon'a gittiğinde, sert geçen bir kışta, içindeki odunlarla birlikte kapının da sökülüp yakıldığını öğrenir. Şairin ilk şiiri "hava muhalefeti" nedeniyle kayıptır!.. 1984 yılında yayınlanan ilk şiiri de bir sobanın içinde kütürdeyen odunu anlatır! İlk şiir kitabı 1989'da "Makiler" adıyla yayınlanır. Arkadaşlarıyla birlikte 1989'da Yeni Yaprak şiir dergisini ardından, 1990 yılında da Olmaz adlı şiir dergisini çıkardı. Adını Cemal Süreyya'nın koyduğu bu kitabı "Antik Acılar, Kaza Süsü, 62 Tavşanı" izler.





1987 yılında Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü Noktalı Virgül adlı dosyasıyla aldı. 1990 yılında ise Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü'nü Makiler[1] şiiri ile kazandı.



Anlık ilhamlara dayanan ve genellikle kısa olan şiirleri, Orhan Veli'nin şiirindeki bazı özelikleri günümüzde sürdüren bir yapıya sahiptir. Ayrıca, bu tür şiirlerde genellikle rastlanmayan, yumuşak, lirik bir tonu vardır. Şiirlerinde özellikle ince yergi ögelerini kullanmadaki rahatlığı ile dikkat çeker. Cemal Süreyya'nın etkisinde sürdürdüğü şiirlerde, dil oyunlarına dayalı yoğun bir alaycılık ve şaşırtma; çocuklar ve hüzünle birlikte şairin ilgi ve duyarlılığını göstermektedir.



Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ders verdi, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde 5 yıl boyunca hem ders verdi hem ders aldı. Bu deneyimin de yardımıyla, tek kişilik oyunlar hazırlayıp oynamaya başladı. Türkiye'nin çok sayıda merkezinde ve yurtdışında (Frankfurt, Nürnberg, Londra) sayısız kez tek kişilik oyunlarını sergiledi. Halen Sunay Bey Tarihi adlı gösterisini sunmaya devam etmektedir.



23 Nisan 2005 tarihinde 11 yıldır dünyanın dört bir yanından topladığı oyuncaklarla, yıllardır hayalini kurduğu İstanbul Oyuncak Müzesi'ni Göztepe, İstanbul'da ailesine ait dört katlı tarihi bir konakta açtı. Müze, Türkiye'de türünün ilk ve tek örneği olup, Avrupa Konseyi'ne bağlı Avrupa Müze Forumu (European Museum Forum) tarafından verilmekte olan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'ne 2010 yılı için aday olmuştur.



TRT 2 ve CNN Türk'de "Stüdyo İstanbul", "İzler", "Akşama Doğru", "5N 1K" gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan, katkıda bulunan Sunay Akın, TV 8'de de "Gezgin Korkuluk" ve Ramazan Ayı boyunca Mahya Işıkları adlı programı hazırlayıp sundu.



Yaşam Radyo, Radyo Kent, Best FM'de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. [2] Atv'de Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu ve Nebil Özgentürk ile birlikte Yaşamdan Dakikalar adlı uzun soluklu bir televizyon programını halen yapmaktadır.

 
 

7 Mayıs 2010 Cuma

Trabzon'un Tarihinde Bir Gezinti

Meydan Parkı(1925)

Tabakhane Köprüsü ve Eski İl Binası İnşaatı(1928)


Faroz Sahili(1934)

Çömlekçi Sahili ve Liman(1940)
Belediye Parkı ve Taksi Durağı(1950)
Atapark ve Gülbahar Hatun Camii(1955)

6 Mayıs 2010 Perşembe

SELAM TRABZON'UMA

Selam Trabzonuma!


Dört köşe kalesine,

Kargalaklı yalısına

Maranzul incirine,

Dutuna, karayemişine

Yokuşuna, inişine, selam!

Selam Trabzonuma!



Dizi dizi küleklerine

Evleklerine, mereklerine

Anderin kaybanasına

Enüklerine selam!

Selam Trabzonuma!



Dolamaç dolamaç yollarına

Tel tel kuymağına

Hamsili kayganasına,

Lazuttan bazlamasına

Kumuluna, kanzilisine,

Zanusuna, zinosuna, ziziline selam!

Selam Trabzonuma!



Trabzonun uşağuna

Kaytanına, kuşağına

Zipkasına, mintanına, kukulasına

Çülkisine, çapulasına

Horonına, kemençesine, yayına

Funduğuna, mısırına, çayına selam!

Selam Trabzonuma!



Gönülde yaşatıp göremediğim

Yoluna bakıp gidemediğim

Hali nicedir bilemediğim

Damına, tarabasına,

Ağasına, marabasına

Kara kaşlısına, gözü yaşlısına

Erine, yiğitine, kocamışına

Sakali tel tel, saçı yeni bitmişine

Yedisinden yetmişine

Yürek dolusu selam!



Mahmut GOLOĞLU

TRABZONLU OLMAK ...

Trabzonlu olmak


Yaşamı hücrelerine dek duyumsamak demek





Trabzonlu olmak
Duygusallık demek,

Şairleri kıskandırırcasına



Trabzonlu olmak

Muhalif olmak demek,

İradenin üzerindeki toz zerresine bile!



Trabzonlu olmak

Soru işareti olmak demek, çengeli en uzun olanından



Trabzonlu olmak

Direnmek demek,

Gerektiğinde kafa tutabilmek tüm dünyaya!



Trabzonlu olmak

İsyan demek;

Kalıplara, elbiselere, düzene, tüm dayatılmışlıklara



Trabzonlu olmak

Tabanca mizaçlı olmak demek;

Sevincini, öfkesini kimselerin tahmin edemediği;

Her daim vurucu, her daim yakıcı ve delici!



Trabzonlu olmak

İnsan olmak demek kemençeden;

Çok sesli, çok renkli,

Doyulmaz tatlar yaratan, kayde atlarken:-)



Trabzonlu olmak

TRABZONSPORLU olmak demek,

Yılların ezilmişliğinin ortak sesi, yılmaz balyozu, Sıradanlığın tepesinde!



Trabzonlu olmak

Kartal olmak demek,

Konmak Boztepe’ ye, açmak kanatlarını,

Kucaklamak Karadeniz’ i...

Kaç Trabzonlu var dünyada???

Kupa finali Alman Basınında

    Alman basını, Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında dün oynanan Ziraat Türkiye Kupası final maçına yer vererek, sonucu Fenerbahçe Teknik Direktörü Christoph Daum'un 2 kupayı birden kazanma hayalinin sona erdiği şeklinde değerlendirdi.
    Almanya'nın önde gelen spor dergilerinden Kicker, ''Daum'un üzerinde baskı var. İki kupayı birden kazanma rüyası sona erdi'' başlığı ile verdiği haberde, Fenerbahçe'nin 27 yıl aradan sonra Türkiye Kupası'nı yeniden kazanmak istediğini, ancak Trabzonspor'un Fenerbahçe'yi 3-1 yenerek bu hayali sona erdirdiğini yazdı.


    Böylelikle Daum'un 2 kupa birden kazanma hayalinin de sona erdiği ifade edilen haberde, Fenerbahçe'nin şimdi lig şampiyonluğunu kazanması gerektiği, Daum'un kupa alamaması durumunda İstanbul'daki geleceğinin belirsiz olacağı kaydedildi.

    Spor haberleri veren ''Spox.com'' adlı internet sitesi de, ''Trabzonspor, Daum'un 2 kupa hayalini yıktı'' başlığıyla yayınladığı haberde, Trabzonspor'un 8. kez Türkiye Kupasını kazandığını hatırlatarak, Fenerbahçe'nin ise 27 yıl sonra bile bu kupayı kazanamadığını, böylece Daum'un takımının rüyası olan 2 kupayı birden kazanma hayalinin de suya düştüğünü belirtti.

    ''Sport1.de'' adlı internet sitesi ile Bild gazetesi de, Fenerbahçe'nin yenilgisini Daum'un finali kaybettiği şeklindeki başlıklarla duyurdu.

'Kupa Yerini Buldu' Tişörtleri

Ziraat Türkiye Kupası Finali'nde Fenerbahçe'yi 3-1 yenerek kupayı 8. kez müzesine getiren Trabzonspor, kupa anını ölümsüzleştirdi.
Özel baskı teknolojisi kullanılarak hazırlanan ve sınırlı sayıda üretilen tişörtler, 19.90 TL fiyatla tüm TS Club mağazalarında satışa sunuldu.
Ön yüzünde ''Kupa Yerini Buldu'' yazısı ile alınan kupanın görselinin bulunduğu tişörtün arka yüzünde ise ''Kupaların Efendisi'' ifadesi kullanılarak 8 kupanın tarihi yer aldı.